YAŞAM

Sokaklar birer açık hava müzesi

Sanatla sokakları, toplumu buluşturan, sanatla şehirleri ve dünyayı güzelleştiren sokak ressamları; umudu, direnişi, isyanı, hayalleri ve aslında neyi anlatmak istiyorlarsa onu resmediyorlar duvarlara… Yaratıcılıklarıyla herkese ve her şeye meydan okurken tuvallerine her bir renkle yepyeni anlamlar yüklüyorlar.

Gittikçe grileşen bir şehrin sakinleri olarak rengi artık daha çok reklam panolarında ya da işletmelerin tabelalarında görüyoruz. Oysa renk her şehre çok yakışır; özellikle de yeşil. Griye ve sıradanlığa inat, estetiğin ve hayal dünyasının kapılarını şehrin sokaklarına açan bambaşka, bir uğraş yetişiyor imdadımıza; sokak ressamlığı. Sokak ressamlığı deyince aklınıza kara kalemle ya da fırçasıyla yoldan geçenleri çizen sanatçılar gelmesin, bahsettiğimiz sanatçılar için her yer tuval; sokaklar, meydanlar, binalar, köprüler ve şehre ait ne varsa…

Pompei’den Beyoğlu’na…
Sokak resimlerinin tarihi insanın toplumsal yaşama geçip de şehirleri kurmasıyla başlar ve bugüne uzanır. Hatta bunların birçoğu dönemlerine ilişkin birçok mesaj barındırır. Dünyanın farklı yerlerinde yapılan arkeolojik kazılarda, bunun birçok örneğine rastlıyoruz. Örneğin Pompei’de araştırma yapan arkeologlar, neredeyse tüm mekânlarda sokak resimlerinin varlığından bahsediyor. Bu gelenek yüzyıllardır devam ediyor ve tarihin kaydı şehrin duvarlarında tutuluyor. Sokak sanatı bugün anladığımız haliyle 60’lar ve 70’lerde ABD’de hip hop kültürüyle eş zamanlı olarak gelişmeye başladı. Kendisini tanıtmak isteyen hiphopçular gittikleri yerlere sprey boyayla imza (tag) atmaya başladı. Zaman içerisinde bu tag’leme bir yarışa dönüştü ve tag’in güzelliği, özgünlüğü ve yaygınlığı bir statü sembolü haline gelmeye başladı. Zaman geçtikçe sokak resimleri de şekil değiştirdi ve bugünkü hayranlık bırakan üç boyutlu formuna kavuştu. Modern sokak resimlerinin en büyük özelliğini üç boyut oluşturuyor. Günümüzde Edgar Mueller, Julian Beever, Bansky ve Manfred Stader gibi dünya çapında tanınan birçok temsilciye sahip. Ancak sokak sanatını, klasik sanat teknikleri ve ilkeleriyle henüz 1980’li yıllarda birleştirmeye başlayan Kurt Wenner, pastel boyalarla yaptığı üç boyutlu eserleriyle birçok açıdan bu sanat türünün öncüsü olarak kabul ediliyor. 1982 yılında NASA’daki görsel tasarım işinden ayrılarak, klasik sanat tutkusunu giderebileceği Roma’ya taşınan Kurt Wenner, klasik eserler üzerinde çalışmaya başlamış ve anamorfik veya yanılsamalı sokak resmi olarak bilinen kendi özel tarzını yaratmış. Wenner’ın eserlerini içeren ve 1991 yılında New York Film Festivali’nden ödül alan “Tebeşirden Başyapıtlar” belgeseli sayesinde, üç boyutlu sokak resimleri bir sanat türü olarak görülmeye başlanmış. Dünyanın en ünlü sokak sanatçılarından bir diğeri de İngiliz ressam Julian Beever. Kaldırımlara çizdiği, üç boyutlu resimleriyle büyük beğeni toplayan sanatçının sadece tebeşir kullanarak gerçekleştirdiği çizimleri, internet üzerinden milyonlarca kişi tarafından takip ediliyor. Birkaç yıl önce ülkemize de gelen Beever, bir otomotiv firmasının tanımı için Beyoğlu’da çalışma gerçekleştirmişti.

Gerilla sanatçı “Bansky”

Yıllardır farklı ülkelerde yaptığı çarpıcı duvar resimleriyle ünlenen ve adından bahsetmeden geçemeyeceğimiz bir diğer sanatçı hiç kuşkusuz ki Bansky. Bansky aslında sanatçının takma ismi, gerçek kimliği bilinmiyor. 1992’den beri sokaklarda sanat yapan Banksy, ilk önceleri serbest stil graffiti yaparken sonraları stensil boyamaya geçince belli bir üne kavuşmuş. Dünyanın pek çok yerinde eserler veren sanatçı bazen özel olarak belediyeler veya çeşitli sanat kolektifleri tarafından şehirlerinde eserler bırakması için davet ediliyor. Banksy, bazen bu davetlere icabet ediyor. En son olarak Amerika’da pek çok şehre ve Kanada’da Toronto’ya giderek eserler bıraktı. Bu eserler anında sokak sanatı, tasarım ve kültür bloglarında binlerce kez yayınlanarak büyük bir yankı yaratıldı.

Sokak resminin beyaz boyayla imtihanı

Sokak resminin Türkiye’deki uygulamalarına baktığımızda dünyadakine oranla mütevazı bir zenginlikle karşılaşsak da özellikle Beyoğlu ve Ortaköy gibi çekim merkezlerinde kimi zaman çalışma yapan Türk sanatçılar var. Yerel yönetimlerin konuya çok sıcak baktığını söylemek pek mümkün değil; bu noktada işin içine beyaz boya giriyor ve çalışmaların üstü boyanıyor. Aslında Türkiye’de Sokak resminin 2013 yılında yaşanan Gezi olayları esnasında ve sonrasında zirve yaptığını söylemek mümkün. Bunlar her ne kadar tarz ve içerik olarak tam olarak konumuz olan sokak resmiyle birebir örtüşmese de, sokakların, binaların birer tuval olarak değerlendirilebileceği düşüncesinin yaygınlaşmasını sağlaması bakımından önemli. Diğer taraftan sosyal medyanın etkisi ve genç kuşak sanatçıların bu işe ilgi duymaları kısa vadede sanat ressamlığının önünü açacak gibi görünüyor; elbette “kamusal” engeller aşılabilirse.

Teknoloji sanatla buluşuyor
Artık sokak sanatçılarının gücü sokakları aştı ve şirket binalarından, galerilerden hatta müzelerden içeri girdi ve oradakileri dışarı çıkardı. Hatta artık galeriler üzerinde sokak sanatı eserleri bulunan duvarları galerilerine götürebilmek için yerinden sökmeyi bile göze alıyorlar. Görünüşe bakılırsa, sosyal medyanın yoğun etkisiyle son yıllarda içerisine girdiğimiz şeffaflaşma ve sınırsız bilgi paylaşımı akımı en çok sokak sanatına yaradı ve bu şeffaflaşma sürecinin sanatsal yansıması olarak sanat dünyasını hâkimiyeti altına aldı. Geleneksel duvar yazısı sanatçıları, çalışmalarında püskürtme boyaları kullanırken, ‘’sokak sanatçıları’’, buğday macunlaması, etiketler, stensil (şablon), grafiti ve mozaik çini gibi farklı araç ve teknikleri uyguluyor. Kaçak olarak yapılan stensil ve grafitilerin çok hızlı yapılması gerekiyor, aksi halde yazıcının yakalanma tehlikesi mevcut. Tehlikeli yerlere boyama yapılması çalışmanın değerini arttırıyor. Çalışmaları yapan yazıcının bilinmemesi onu gizemli hale getiriyor. Yazıcılar, seçtikleri isim ve motiflerle kendilerini ifade ediyorlar. İnternet kanalıyla iletişimde bulunuyorlar.