KEŞFET

İstanbul’un mühürlü sureti; Yeraltı dehlizleri

Yeraltından gelen sesler sizi ürkütmesin. Binlerce yıllık mirasın yankıları onlar. İstanbul’u çok özel ve gizemli kılan tünellerden bugüne ulaşabilenler şimdi yavaş yavaş gün ışığına kavuşmaya başlıyor. Bizler de bu esrarengiz ve bilinmeyen İstanbul’un izini sizler için sürüyoruz.

Ona bir kez bakan, havasını bir kez soluyan gayri ne mümkün ondan ayrılabilsin. İç içe geçmiş kadim kültürlerin, savaşların, barışların, aşkların ve ihanetlerin anavatanı burası. İnsana dair her şeyin zirvede yaşandığı, mutlulukların, hüzünlerin deryası; İstanbul. Nice yaşamlar gelip geçerken, ardında mutlaka bir hikâye bırakmış bu topraklarda. Üstelik bunlardan bazıları öyle ölümsüz ki, farkında bile olmadan her gün geçip gidiyoruz yanı başlarından.  Çamlıca’dan ya da Galata’dan uzun bir bakış attığımızda gördüğümüz bu eşsiz şehir var ya, aslında sadece bir yansıma. Tıpkı kutuplardaki gibi güneşin hiç doğmadığı bir İstanbul daha var ayaklarımızın altında. Öylesine karanlık ve büyük ki, Hades bile hayranlıkla dolaşıyor koridorlarında. Sözcüklerle anlatmak çok zor olsa da, büyülü bir yolculuğa çıkıyoruz birlikte. Bir matruşka misali İstanbul var rotamızda; şehir içinde şehir ve gizem içinde gizem…

Gölgelerin şehri İstanbul

İstanbul’u gözlerimiz kapalı dinleyeceğiz hem de tam anlamıyla. Çünkü keşfedeceğimiz İstanbul’un güneş ışığına küsmüş koridorlarının ve uzayıp giden dehlizlerinin üzerinde milyonlarca insanın binalarıyla, yollarıyla, köprüleriyle oluşturduğu kalın bir kabuk var.

İstanbul, bilinen tarihin çok öncesinden itibaren insanların gözbebeği olmuş. Her gelen uygarlık, bir öncekinin üzerinden yükselmiş. Haliyle bir apartmanın katları gibi toprağın üzerinde katman katman onlarca yeni nesil gelmiş ve geçmiş. Şimdi biz varız ve hayali asansörümüzle ilk kata inip, basamak basamak bugüne doğru yol alacağız.

İstanbul’un altındaki tünellerin geçmişi, Roma dönemine hatta daha da eskiye; antik döneme kadar uzanıyor. Yapılan sınırlı araştırmalara göre bu gizemli tünellerin birçok farklı yapılış nedeni olsa da genelde şehrin su sorunu için bulunan bir çözüm olduğu görüşü dile getiriliyor. Buna göre topraktan sızan suyun kazanılarak tüneller aracılığıyla tutulup insanlar tarafından kullanıldığı düşünülüyor. Çoğu kişinin bildiği Yerebatan Sarnıcı da işte bu geniş yer altı örgüsünün bir parçası aslında. İstanbul’un eski semtlerinin neredeyse tamamının altında dehlizler, mahzenler, sarnıçlar, ayazmalar, zindanlar ve yeraltı kiliseleri bulunuyor.

Kralın biri, ta Belgrad Ormanı’ndan su getirmek için toprağın altına bir insan boyunda horasan kanallar döşetmiş. Bir diğeri, toprak altında bir kilise inşa ettirmiş. Sarnıçlar gelmiş sonra ve yeraltı mezarlıkları. Dervişlerin çilehaneleri ve keşişlerin hücreleri de toprak altındaymış. Sonra savaşlar ve kuşatmalardan kurtulmak için, denize ve sur dışına açılan gizli geçitler yapılmış. Benzer geçitleri, tebdili kıyafet yapıp halkın arasına karışmak isteyen imparatorlar da kullanmış. Bu tüneller saraydaki harem ya da zifaf odasından başlayıp kentin çarşılarına kadar uzanmış. Çarşılardaki hanların altında içine 100 tane fil ya da 10 tane kervan sığacak kadar geniş binalar inşa edilmiş.

Son yıllarda Marmaray ve Metro kazılarıyla birlikte özellikle tarihi yarımada, Galata ve Üsküdar’da toprak altından çok sayıda eski yapı ve bu binaları birbirine bağlayan tüneller ortaya çıkarılınca, şehrin sırlarının bir kısmı ortaya çıkmış oldu. Tabii insanlar bu yapıların nasıl olup da yerin altına çekildiğini merak ediyor. Aslında bu binaların büyük bir kısmı, ilk yapıldıklarında yerin üstündeymiş.

Sultanahmet, İstanbul’un yer altı dünyası için bir giriş kapısı. ‘Hipodrom’ olarak adlandırılan meydanın altında uzun dehlizler, Aya Sofya’nın altında büyük bir sarnıç, bir zamanların hapishanesi bugünün Four Seasons Oteli’nin altında Bizans Senato binası, onun yanında MS 4. yüzyıla tarihlendirilen saray binaları uzanıyor.  Sultanahmet Meydanı, Konstantin zamanından günümüze kadar 5 metre yükselmiş. Balat’taki en eski yapıların temellerinin 6 metre derine kadar indiğini, giriş katlarının toprağın içinde kaybolduğunu görüyoruz. Yenikapı’da üç yıl önce ortaya çıkarılan ve geçmişi 8 bin 500 yıl öncesine uzanan ilk yerleşim alanı ise şimdiki zeminden 6.5 metre derinde yer alıyor. İstanbul’un yeraltı kentinin önemli bir parçası olan ve 150 yıl kadar toprak altında uyuyan Yerebatan Sarnıcı, 1987’de hizmete açıldı. 2005’te hizmete açılan 1001 Direk Sarnıcı da İstanbul turizmine büyük bir değer kazandırdı.

Yazının sonunda bugün bilinen yer altı tünellerinin ve sarnıçların bazılarını sıralayacağız. Ama hemen şunu da ekleyelim; Müler Wiener adlı Avusturyalı bir arkeologun araştırma sonuçlarına göre İstanbul’da 72 sarnıç var. Bunların boyutları ve uzunlukları düşünüldüğünde keşfedilmesi gereken alanın büyüklüğü ortaya çıkıyor.

Fenerli ve Balatlı yaşlı Rumlar,  Balat´ta Mehtap Sineması´nın hemen arkasında bulunan dehlizin bir ucunun Tekfur Sarayı´na vardığını, bir ucunun Haliç´te, diğerinin Marmara´da denize ulaştığını, bir kolunun da Anemas Zindanları´nda nihayet bulduğunu söylerlermiş. Cibali, Ayakapı, Kocamustafapaşa ve Kiremit Caddesi´ndeki dehlizleri de düşünecek olursak demek ki İstanbul´un altı birbiriyle kesişen yollarla kaplı. Bu dehlizlerin Bizans döneminde güvenlik geçişleri ve gizlenmek için kullanılmış olması muhtemel. Haliç, Marmara ve Suriçi´ne kadar ulaşan bu tünellerin şehrin dışına çıkmak için askeri ve siyasi amaçla yapıldıkları da düşünülüyor. Zaten Ayvansaray´dan Yedikule´ye kadar askeri amaçla açılmış, Osmanlıların “lağım” diye adlandırdıkları taarruz tünelleri hala mevcut.

Şahmaran’ın çığlığı Anemas’ta yankılanıyor

Roma ve Bizans devrinde İstanbul tarihi yarımada sınırlarında iki önemli saray vardı. Bunlardan ilki I. Konstantin’in Sultanahmet’te kurduğu Büyük Saray. İkincisi ise 10. yüzyıldan itibaren kullanıma açılan Eğrikapı ile Ayvansaray arasında yer alan Blakhernai Sarayı. İkinci sarayın içinde, tıpkı birincide olduğu gibi büyük bir zindan da yer alıyordu. Adi suçlular, İstanbul’un çeşitli semtlerinde bulunan genel cezaevlerinde yatarlardı ama imparatorluk için büyük bir tehdit oluşturan siyasiler saray kompleksinin içinde yer alan zindanlarda gün sayarlardı. Anemas Zindanı adını işte böylesi önemli birinden, Arap asıllı bir Bizanslı komutan olan Mikhael Anemas’tan alıyor. 1107 yılında devrin imparatoruna karşı suikast girişimini planlarken yakalanan Anemas, suçunu cezasını zindandaki bir kulede çekmiş. İmparator Aleksios, Anemas’ın gözlerine mil çekilmesini emretmiş. Ama Aleksios’un kızı Prenses Anna babasına yalvararak komutanın sürmeli gözlerini kaybetmesine mani olmuş. Sonra da affedilip orduda önemli bir göreve getirilmiş. Anemas’ın dışında da çok sayıda önemli şahsiyeti ağırlamış bu zindan. İmparator I. Komnenos, İmparator İsakios ve oğlu Aleksios, veliaht Andronikos ve Sultan Murat’ın oğlu Savcı Bey bu zindanda çile çekmiş. Osmanlı devrinde zaman zaman depo olarak kullanılan zindan, 1970’lerden itibaren Malkoçoğlu, Kara Murat, Kahpe Bizans, Şahmaran gibi sinema filmlerine mekan olmuş.

Nesilden nesile anlatılan efsaneler gerçeğe dönüşüyor

İstanbul’un gerçek anlamıyla yer altı dünyasıyla ilgili çok çeşitli hikâyeler de mevcut. Gazeteci Murat Bardakçı bir makalesinde bu hikâyelerden birini şu şekilde anlatıyor: “Bir Türk serdengeçti, Bizans İmparatoru’nun kızına âşık olmuş; kızı kaçırıp Hipodrom’daki, yani bugün Sultanahmet’teki dehlizlerden birine girmiş.  Elindeki meşaleyle aydınlattığı karanlık yolda birkaç saat boyunca bazen el yordamıyla yürüyüp Boğaz’ın karşı sahiline geçmiş ve İmparator’un hâkim olamadığı topraklara ulaşıp, sevgilisiyle beraber mutlu bir yaşam sürmüş.”

Başka bir hikâyeye göre ise 1204 yılındaki Latin istilasından kaçan Bizanslı zenginler, tüm hazinelerini dehlizlere gizlemişler. Benzer durum İstanbul’un fethinde de yaşanmış ve halen bu hazinelerin büyük kısmı İstanbul’un altında gizliymiş. Bu ve benzeri hikâyeleri duyan fırsatçıların yüzyıllarca dehlizlerde yol açtıkları tahribat, bilimsel araştırmalarda da açıkça gözlemleniyor.

Yine meşhur bir efsaneye göre,  Edirnekapı’dan bir tünele girip, Sultanahmet’e oradan da Beyoğlu’na kadar çıkmak mümkünmüş. Hatta aynı tüneller bizi Beyazıt’tan alıp Burgaz Adası’na kadar götürüyormuş.  Aslında bu efsanelerin bir kısmı doğru. Bizans yapılarının bir bölümü zaten Osmanlı devrinde kullanılıyordu. Ayrıca Wiener’in İstanbul’un Tarihsel Topografyası adlı eserinde kentin altındaki değerlere işaret ediliyordu.

Mühürler açılıyor, binlerce yıllık gizem aralanıyor

İstanbul’un gün ışığına çıkmayan sayısız gizeminden biri olan yer altı dehlizleri arkeolojik çalışmalarla ışığa kavuşacak. Basının da ilgisini çeken dehlizler, yabancı belgesellere de konu oluyor. Son olarak National Geographic ekibi Sultanahmet Lisesi’nin alt tarafındaki dehlizin içinde kürek çekip, kayıt yapmıştı. Peki, biz İstanbul’da yaşayanlar bu dehlizleri nasıl göreceğiz? Meraklıları için iyi bir haber verelim; düzenlenen kültür turlarıyla bazı dehlizlerin içine girip, uzman rehberler eşliğinde İstanbul’u yeraltından gezebilirsiniz. Görülebilecek yerlerden bazıları şöyle sıralanıyor:

Sultan Sarnıcı Anemas Zindanları, Şerefiye Sarnıcı Sultanahmet Sarayı kalıntıları, Sirkeci Kilisesi – Karpospapilas, Aydınsaray Terma tarzı Roma dönemi hamam kalıntıları,Beyazıt, Kadir Has Üniversitesi Sarnıcı, Zeyrek Sarnıcı, Antik Oteli, Magnaura Sarayı’nın altındaki sarnıçlar, Nakkaş Sarnıcı.

İstanbul’un keşfedilecek güzellikleri saymakla, anlatmakla bitmiyor. Öylesine zengin bir mirasın üzerinde yaşıyoruz ki, sorumluluğumuz çok büyük. İstanbul, benliğini bize böyle cömertçe açmışken, bu zamana kadar yeterince başaramadığımızı başaralım ve bu eşsiz şehrin ruhunu mutlaka koruyalım. Biz ona ne kadar çok saygı gösterirsek, o bize misliyle sunuyor güzelliklerini…