Suyun stresi yükseldikçe yaşamın nabzı düşüyor

Tüm yerkürede canlıları tehdit eden ve artık maalesef kronik hale gelmeye başlayan kuraklık sorunu, yakın geleceğin en önemli gündem maddesi olacak. Çünkü biliyoruz ki, su yoksa yaşam yok, su yoksa yarın yok!

Bundan 4 bin küsur yıl önce dünyanın ilk imparatorluğu haline gelen Akadlar, en yüksek dönemindeyken bir anda tarih sahnesinden silindi. Dünyanın en gelişmiş antik medeniyetlerinden biri olan Maya Uygarlığı, sarsıcı bir şekilde yıkıldı. 2000’li yılların başında Suriye’nin yaşadığı kuraklık 5-6 yıl kadar devam etti. Tarım arazileri sulanamadı, insanlar şehirlere göç etti. Küçük isyanlar patlak verdi ve durum gittikçe içinden çıkılamaz bir hal aldı. Bugün Türkiye’de ‘resmi’ rakamlara göre 3 milyon 600 bin Suriyeli mülteci yaşıyor. Eş zamanlı olarak dünyanın farklı ülkelerinde yaşayan insanlar gittikçe zorlaşan koşullar nedeniyle göç etmek zorunda kalıyor, toplumsal olaylarda patlamalar yaşanıyor. Son derece gerçekçi bir ifadeyle tüm bunlar daha başlangıç. Bu bir kehanet değil, yaşayacaklarımızın ön gösterimi. Ve evet, hepsinin temelinde su var. Tüm canlıların başlıca yaşam kaynağı olan suya erişim gittikçe zorlaşıyor, sorun etrafında şekillenen diğer sorunlar bir çığ gibi büyüyor.

Yüzleşmeden çözüm üretmek mümkün değil

Dünyada su kaynaklarının tüketim dağılımına baktığımızda en büyük payı yüzde 69 ile tarımsal sulamanın aldığını görüyoruz. Tarımsal sulamayı yüzde 19 ile sanayi ve yüzde 12 ile evsel kullanım takip ediyor. Yani su kaynaklarının çok önemli bir kısmını karnımızı doyurmak ve ‘modern’ dünyayı devam ettirmek için kullanıyoruz. Görünen o ki, suyu tedbirli kullanmak ya da yeni tarımsal sulama tekniklerinde çözüm aramak yeterli değil. Daha başka bir şey lazım. Bireysel çabalar ve bilinçlenme elbette önemli ama asıl olan küresel bir uyanışın gerçekleşmesi. Dürüst olmak gerekirse herhangi bir sorun etrafında gerçek bir küresel duruşun sergilendiğini görmek pek mümkün olmadı bu zamana kadar. Bundan sonra olabilir mi, niye olmasın? Pandemi süreci yaşam alışkanlıkları üzerinde bir değişime neden olurken diğer taraftan küremizin aslında ne kadar birbirine muhtaç canlılara ev sahipliği yaptığını anlattı. Bir yerlerden başlamak için bu süreç olumlu bir yöne evrilebilir. Bölgesel çıkarlar değil de uluslararası çıkarlar belirleyici olabilir. Bunu ne ölçüde başarabileceğimize zamanla şahitlik edeceğiz. Ama tekrar hatırlatmak gerekirse su krizi ne bir bilim kurgu ne de şu an tahmin ettiğiniz kadar size uzak. Nispeten bereketli geçen içinde bulunduğumuz ‘su yılı’ sayesinde barajlarımız bir nebze doldu. En azından bu yazı atlatabileceğiz. Ya sonraki yazlar ve yıllar ne olacak? Şu an üç yaşındaki oğlunuz, torununuz veya yeni doğum yapacak bir annenin bebeği nasıl bir dünyada büyümek zorunda kalacak. Bu sorunun yanıtı bize ve coğrafyanın başka başka yerlerinde yaşayan diğer ‘bizlere’ bağlı. Ya topyekûn uyanış ya da belirsiz karanlık bir gelecek.

Suya ne oluyor?

Suya bir şey olduğu yok yine dünyada kalıyor. Ama asıl kullanılabilir olan su kaynakları hızla denize karışıyor veya hızla tükettiğimiz yer altı suları daha derinlere iniyor. Bunun bir örneğine Konya’da oluşan devasa obruklarla şahitlik ediyoruz. Döngünün kendini yenilemesine fırsat vermiyoruz. Suya sahip çıkamıyor oluşumuzun en temel nedeni tüketim alışkanlıklarımız ve kurduğumuz dünya düzeni. Karbon salınımı arttıkça dünya daha fazla ısınıyor, iklimler sıra dışı hale geliyor, kuraklık inanılmaz boyutlara ulaşıyor. Maalesef birçok iklimbilimci küresel ısınma konusunda geri dönülemez noktayı çoktan geçtiğimizi düşünüyor. Yerimiz kısıtlı olduğu için bu araştırmaları detaylandıramıyoruz ama basit bir aramayla bile bu konudaki saygın yayınlara ulaşabilirsiniz.

A planı tutmadı, B planını devreye sokalım

Bu zamana kadar su kaynakları konusunda insanlığın bir A planı var mıydı, elbette yoktu. Siyasal çekişmeler ve ulusal çıkarlar düzleminde devam eden karmaşada çokça yazıldı çizildi, tartışıldı ama köklü bir plan hayata geçmedi. Şimdi geçmek zorunda, B planı işlemek zorunda çünkü C’ye ne vaktimiz ne de imkânlarımız yeterli olacak. B planında ne var diye bakarsak, elbette biraz önce değindiğimiz gibi bireyden topluma ve küreye yayılan bir bilinç kurgulamak mecburiyetindeyiz. İhtiyacımız olmayanı kullanmayacak, tedbirli davranmanın hayatta kalmakla eş değer öneme sahip olduğunu göreceğiz. Ancak böylesine bir yüksek bilinç zincirleme reaksiyona neden olabilir ve gerek hükümetleri gerekse özel şirketleri değişime zorlayabilir. Şöyle düşünün; her gün yüzbinlerce ton gıda maddesi çöpe gidiyor. Çöpe giden bu boyuttaki gıdanın üretilmesi için milyonlarca metreküp kullanılabilir su harcanıyor. Yani resmen yemeğimizi suyumuzu boşa harcıyoruz. Tarımsal sulama, enerji üretimi ve endüstriyel amaçlarla kullanılan ve yüzdesel olarak en büyük payı alan su tüketim noktalarında muazzam boyutta ve hızda değişim şart. Suyu etkin kullanan toplumlar haline gelmek istiyorsak tarımsal sulamada, enerji üretiminde yeni teknoloji ve tekniklere bel bağlamaktan başka şansımız yok. Şöyle bitirelim; bugün bazı istisnalar hariç dünyanın tamamında klozetlerde içilebilir tatlı su kullanılıyor. Yani sifona her basışımızda geleceğimizi şebekeye uğurluyoruz. Oysa bunun önüne geçmenin öyle verimli yöntemleri var ki.