Bilimin sesini sanatla buluşturan kadın: Pınar Yoldaş
Röportaj: Özden Kılıç
Türk kızları hak ettikleri fırsatlarla karşılaştıkları ya da çoğu zaman olduğu gibi kendi fırsatlarını kendi yarattıkları sürece dünya çapında başarıların bir adım kıyısındalar. O bir adımın belirleyicisi de her şeye rağmen kararlı durabilme yeteneği oluyor. Girişi bu şekilde yaptık çünkü disiplinler üstü, yaratıcı, ülkesi ve dünyası için kaygılı bir sanatçı ve akademisyen olan Dr. Pınar Yoldaş’ı konuk ediyoruz dergimize. Pınar Yoldaş sanat, bilim ve çevreyi buluşturan projeleriyle dikkatleri üzerine çekiyor, gelecek içinse umudumuzu yüksek tutmamızı sağlıyor.
Çocukluğumuz, temas ettiğimiz kişiler hayatımıza yön veriyor. Siz nasıl bir çocuktunuz? Büyüdüğünüz ortamdan bahseder misiniz?
Mimar bir baba ve bilim insanı bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Ebeveynlerimin meslekleri daha hayatımın ilk yıllarında bana ilham oldu.
Babam sürekli evde çizimler yapardı. Onu gözlemlerken tamamen doğal bir şekilde ben de çok erken yaşta elime kalemi alıp çizmeye başlamışım. Dikkat süresi çok uzun bir çocukmuşum. Elime aldığım resim defteriyle tüm günü geçirirmişim. Bu söylediklerim henüz iki- üç yaşlarımı kapsıyor. Dolayısıyla çocukluğum hep resim yaparak geçmiş ve tabii küçük olduğum için bunun bilincinde değildim. Çünkü benim için çok doğaldı bunlar. Ama bizimkiler suluboyayla çizdiğim resimlerden oluşan ilk sergimi açtıklarında beş yaşımdaydım ve oldukça güzel geçtiğini anımsıyorum. 8-9 yaşlarımda daha realistik çalışmalar yapmaya başlamıştım. Gördüğüm şeylerin birebir aynısını çizebiliyordum. Özetleyecek olursak çizmek ve kalem tutmak benim için konuşmadan önce edindiğim özelliklerdi. Tabii böyle olunca biçim, renk ve formlar benim düşünce biçimimi çok şekillendiriyordu. O zamanlarda çok rahatlıkla üç boyutlu düşünebiliyordum. Böyle bir yeteneğim vardı. Ama ülkemizdeki eğitim sistemi, toplum; sanatla ilgilenmeyi bir meslek olarak kabul etmiyor. Sistem ve toplum materyal başarıya bakıyor. Bazı toplumlar sanatın, kültürel faaliyetlerin ve bilgi üretmenin önemini henüz kavrayabilmiş değil. Ancak bu çocukların ve ailelerin tercihi olmasa da içinde bulundukları sistem buna itiyor. Geçim kaygısı, kariyer çocukların hayallerinin, yeteneklerinin önüne geçiyor.
Seçtiğiniz bölümler de sizin işinizdeki farklılığınızı ortaya koyuyor. Her bölüm sanatınızın bir parçasını oluşturuyor değil mi?
İzmir Fen Lisesi’ni kazanmam, benim için dönüm noktalarından biridir. Okulda bilişsel düşünce sistemim gelişti. Okulumuzda üniversite düzeyinde eğitim alıyorduk. Bu süreçte en çok ilgimi çeken ders ise kimyaydı. TÜBİTAK’ın kimya olimpiyatlarına katıldım. Hatta okul takımındaki tek kız bendim ve madalya kazandım. Tabii herkes kimya ile ilgili bir bölüm seçeceğimi düşündü. Ancak o dönem mimarlığı sanata daha yakın buldum. Böylelikle Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) mimarlık hayatım başladı. Sonrasında Bilgi Üniversitesi’nde Görsel İletişim Tasarımı’nı bitirdim. Orada okurken bilgisayar ve kod yazmanın ne kadar önemli olduğuna karar verip İTÜ Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nde master yaptım. Sonrasında UCLA’da Medya Tasarım Sanatları Bölümü’nde okudum; ilk nörobilim dersimi burada aldım ve çok ilgimi çekti. Sanat ve nörobilimi bir araya getirmek üzere doktoramı da Duke Üniversitesi’nde tamamladım.
Sanattan nörobilim alanına geçişiniz nasıl oldu? Beynin işleyişine merakınızı nasıl fark ettiniz?
Bir insan hayatının tamamını çizerek sanat için geçirince ve kimliği de bu yönde şekillenince şöyle sorular sormaya başladım: “Benim gibi insanlar diğerlerinden farklı mı? Ben bir şeyi hayal ederken ya da çizerken beynim nasıl çalışıyor? Yaratıcılıkla hayal gücü arasında ne gibi bağlantılar var? Duygu nedir, nasıl oluşuyor?” Çünkü sanatın en önemli güçlerinden biri insanların duygularını ve düşüncelerini aktive etmektir. Mesela bir müzik dinlediğinizde modunuz değişiyor ya da bir film izlediğinizde çok etkilenip günlerce onu düşünüyorsunuz. Sanat, insanı bir duygudan alıp bambaşka bir duyguya götürme gücüne sahip. Bu güç başka bir alanda yok. Bunlar üzerinden istedim ki, sanatın nasıl çalıştığını, sanatın insan bedeninde ve aklında nasıl ortaya çıktığını anlayayım. Bunun için de bilime yöneldim ve Duke Üniversitesi’nde doktoramı bitirdim. Nörobilim alanında çok iyi olan bir üniversite. Alanında “en” olanlarla çalışma fırsatı buldum ve çok şey öğrendim. Tabii tüm bu süreçlerde sanatsal çalışmalarım bir yandan devam ediyordu.
Siz birtakım zorlukları aşarak, mücadele ederek bu noktaya geldiniz. Peki, neler yaşadınız bu süreçte?
Kariyerimin oluşması ve eserlerimin ortaya çıkması çok uzun süre aldı. Bu noktalara gelmek benim için daha uzun sürdü. Çünkü hem Türk’üm hem kadınım hem de maddi olanakları yüksek bir ailenin çocuğu değilim. Çalışırken her şeyi düşünmek durumunda kaldım. Böyle uzun bir yolculuk yaşadım, tüm zorlukları aştım. Tabii bu da sanatsal projelerimi etkiledi. 2003’te düşündüğüm projeleri 2015 yılında yapabildim. 2006 düşündüğüm projenin açılışını geçtiğimiz aylarda gerçekleştirdim. Bu sebeple yetenekli kişilere destek olmak, önlerini açmak gerekiyor. Bunların fonlar oluşturularak ülkemizde yapılması şart. Yetkili kültürel üreticileri desteklemek son derece önemli. Artık dünyada dijital sanat alanında Türk sanatçılar başarılı diye düşünmeye başladılar ki, bu çok önemli bir şey. Bizim ülkede sanatçı olmak, dünyaya açılmak zor ve bunun düzeltilmesi ve desteklenmesi gerekiyor.
“Sanatçının vicdani bir sorumluluğu vardır”
Yaşayan sistemlere karşı inanılmaz bir ilgim var. Çok merak ediyorum ve çok soru soruyorum. Her işleyiş bende keşfetme ve hayranlık hissi uyandırıyor. Biyolojik hayatın bir yandan ne kadar hassas ama bir yandan ne kadar güçlü, komplike ve hayranlık uyandırıcı bir durum olduğunu anlamış; buna saygı duyan bir toplumda yaşamak istiyorum. Çünkü toplumları yönlendiren genelde kültür ama kültür de çok hızlı değişebilen bir şey. Sanatçıların, kültür üretimi yapan insanların bu anlamda bir sorumluluğu olduğuna inanıyorum. Bu sebeple bir vicdani sorumluluğum olduğunu düşüyorum ve projelerimi bu sorumluk üzerinde şekillendiriyorum. Kendi duygularım üzerinde değil, toplumun, dünyanın duygusu üzerinden hareket ediyorum. Türkiye’den uluslararası alanda başarı kazanmış bir Türk kadını olarak çıkmak kolay değil. Özellikle de sanat alanında… Uluslararası üne sahip üniversiteler, yeteneği hemen tanıyor, bu anlamda öğrencilerine destek oluyor, burs veriyor. Ama sanat alanında böyle bir sistem yok, bu alanda var olabilmek için kişisel desteğinizin mutlaka olması gerekiyor. Yani maddi desteğe ihtiyacınız var. Ben bu anlamda şanslıydım burs kazanarak okuyabildim. Yoksa yurt dışında eğitim görmem mümkün değildi. Sanat çok kaotik bir sistem, belirli hedeflere ulaşmak çok kolay değil. Türkiye’den çıkıp, belli bir finansal kaynağı olmadan kültür üretmek ve bir konuma gelmek oldukça zor. Çok yetenekli olmak ya da işi çok iyi yapıyor olmak yetmiyor. Bu anlamda Türkiye’den gelen bu alanda olmak isteyen özellikle kız çocuklarına destek oluyorum. Tabii bizim alanda istemek ve ısrarcı olmak gerekiyor; “Kaybettim ama tekrar deneyeceğim” diyebilmek lazım. Gururla söylüyorum, benimle çalışan Türk kız öğrencilerim var. Olanak tanındığında başarı geliyor.
Kitty AI, Deniz Bitti 2048 gibi projeleriniz çok kıymetli ve farkındalık yaratacak projeler. Genel olarak projelerinizden bahseder misiniz?
ODTÜ’de mimarlık okurken yaşayan bir kütüphane projesi önerdim. Duvarları hücrelerden oluşan ve dokunanlarda gerçeklik hissi uyandıran yaşayan bir kütüphane hayal etmiştim. O zamanlar jüri beğenmemişti ama bunun gibi fantastik ve bilim kurgu üzerinden ‘neden olmasın’ sorusunu sorduran projelerle yola çıkmaya karar vermiştim. Tabii bu projelerimin esere dönüşmesi ve dünya çapında ilgi görmesi çok uzun zaman aldı. Amerika’da yaptığım ilk tasarım çalışması, ‘Spekülatif Yaşam Formları’ projemdi. Kadın ve erkek üreme sistemlerini ele aldım. Bu sistemler nasıl gelişiyor görmek ve anlatmak istedim. Çünkü bilime inanılmaz bir ilgim ve açlığım vardı. Bu projede gördüm ki, erkekler de aslında 13. haftaya kadar kadın üreme sistemiyle yola çıkıyor. Kadının şablonu üzerinden erkek üreme sistemi gelişiyor, sonrasında değişim başlıyor. Buradan hareketle heykel şeklinde suyun içinde nefes alıp veren, yaşayan organlar tasarladım. 2013 yılındaki ‘Aşırılık Ekosistemi’ projemde, plastikten kendini yenileyebilen bir okyanus hayal ettim. Projeye başladığımda plastik kirliliğiyle ilgili özellikle Türkiye gibi ülkelerde bir bilinç yoktu. Peki, bu bilinci nasıl oluşturabiliriz düşüncesiyle yola çıktım. Sonrasında kurgusal bir dünya yarattım. Bununla birlikte ekosistem için yeni canlılar, yeni bitkiler, yeni biyolojik sistemler üretmeye başladım. Bu projem özellikle Avrupa’da çok ilgi gördü, çok büyük müzelerde sergilendi. 2021 yılında Venedik Bienali’nde gösterdiğim projem de bununla ilgiliydi. Bu seferki projeye, ‘Deniz Bitti; 2048’ adını verdik. Okyanusta karbon miktarının ve asitliğin artmasından plastik kirliliğine, aşırı avlanmadan iklim değişikliğine kadar birçok konuyu ele aldım. Bu projem hâlâ devam ediyor. Yeni Projem ise “Kara Bitkiler”. Bu projede ise ‘tüm bitkiler yeşil yerine siyah olsaydı ve güneş enerjisini çekebilseydi iklim değişikliğine etkisi ne olurdu’, ‘iklim değişikliğiyle mücadele eden bitkiler üretebilir miyiz’ sorularına yanıt arıyorum.
Çözüm odaklı, akıllı ve makam sahibi kedi: Kitty AI
Kitty AI projesine gelecek olursak, yapay zekâ artık çok önemli bir kavram. Sanat alanında da çok fazla kullanılmaya başlandı. Ama aslında nedir ve bize nasıl yardımcı olur; yapay zekânın gidebileceği en son nokta nedir sorularıyla yol çıktım. Dolayısıyla dünyada yönetimsel açıdan yaşanan sorunları düşününce bir yönetici, politikacı hayal ettim. Yapay zekânın da bugüne kadar ki yapay zekâlardan farklı olmasını istedim. Bu nedenle projemin yüzünü özel, duygusal, özgür, komik bir hayvan olan kedi olarak belirledim. Zira projemi hazırlarken sokaktan bulduğum bir kedi de bana eşlik ediyordu. Buradaki yapay zekâ, herhangi bir ülkenin bütün sorunlarını datasında tutup ülkedeki tüm vatandaşlarıyla da birebir ilgilenebiliyor. Telefonunuzdan bağlanıp sorunlarınızı aktarabiliyorsunuz. Yapay zekâ olduğu için 3 milyona yakın kişiyi ve talebini hafızasında tutabiliyor; karar verebiliyor. Aynı sıkıntı çok kişi tarafından aktarıldığında hemen harekete geçip o sorunu çözebiliyor. Diğer yapay zekâ uygulamalarıyla iletişime geçip hemen müdahale edilmesini sağlıyor. Bürokrasi yok, elektronların hızında sorunlar çözülebiliyor. En güzel yanı da yapay zekânın bir taraf tutmaması. Bir güç gösterisine ihtiyacı yok, egosu yok. Herkes onun için eşit. Duygusal olarak da kedilerin duygusal kapasitesine sahip; pazarlıksız sevebiliyor. Benim hayalim bu projeyi üretebilmek elbette. Umarım önümüzdeki yıllarda gerçekleşebilir.